OYUNCU EĞİTİMİN

Tiyatro Nasıl Doğmuştur?

Tiyatro Nasıl Doğmuştur?

Tiyatronun nasıl doğduğuna değinerek, tiyatroya kısaca bir bakış açışı kazanmak için yazıyı okuyabilir geri dönütte bulunabilirsiniz. Hepimizin duyduğu tiyatro kavramını inceleyelim:

Tiyatronun nasıl doğduğu sorusuna cevap vermek için ilk önce tiyatronun özüne yani insanın neden tiyatroyu doğurduğuna bakılmalıdır. Hayatın güçlüklerine ve gerçekliğine karşı insana sığınabileceği üç liman verilmiştir; ümit etmek, gülmek ve oynamak. İnsanın oynama eylemini gerçekleştirme ortamını hazırlayan kavram ise oyundur. Oyun öngörebildiğimiz kadarıyla ilk çağlardan beri varlığını göstermeye başlamış, onu şekillere, tanımlara ya da kuramlara sığdırmadan önce de insana liman olmuştur.Homo Sapıens yani akıllı insan ile üreten insan anlamına gelen Homo Faber insanın aşamalarını tanımlamaya elbette yetmemektedir. İnsan içinde oyun güdüsünü, yani tiyatro güdüsünü paleolitik zamanlardan beri taşımış tiyatro ise bu güdünün sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Peki nedir bu hepimizin bildiği, belli kelimeler ve kalıplar içinde anlatabileceği oyun kavramı?  Kültürden bile daha eski olan oyun özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekan sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile alışılmış hayattan başka türlü olmak bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir. (HUIZINGA, Johan, HOMO LUDENS) İnsanın varoluşuyla gelen oynama güdüsü özgürlüğünü salt inanmaktan ve yaratılanın yeni bir gerçeklik barındırmasından alır.
Huizinga’ nın da dediği “Çocuk ve hayvan oynarlar, çünkü oynamaktan zevk alırlar, işte özgürlükleri de tam bu noktadadır.” sözlerinden de anlaşılacağı üzere insana varoluşunun başından beri bağımsızlık kazandırmıştır. Bu bağımsızlık oynama eylemini belli sınırlara ve kurallara göre biçimlendirme ile zıtlık içindedir., Oyunun ortaya çıkışını da gerilim ve heyecanı bir arada barındıran avlayan insanın gün içerisinde avladığı geyiğin kabilesine canlandırışı ile bir çocuğun kurduğu oyun arasında fark yoktur. Her ikisi de tek bir insana, daha doğru tanımıyla insanın kendisine özgü hayal gücünden doğar. Oyun güdüsünün bu kendine özgü ilkelliği, tiyatro sanatının dram* ve mimesis** kavramlarını ortaya atarak onlara verdiği tanımlar ile kırılmış, törpülenmiştir.
Tiyatroyu örneklendirecek olursak gün içindeki avını anlatan kabile insanının oynayışına hiçbirimiz gerçek değil ya da inandırıcı bulmadık yorumu yapamayız. Bu salt inandırıcılık ilkesini yaratan ise aktarma eğilimidir. Şöyle düşünün herhangi bir başarınızı eşinize, arkadaşınıza ya da ailenize anlatırken o başarıyı elde etme serüveninizi o günün nasıl yaşandığını aslında taklit ediyorsunuz. Zamandan ve mekandan koparak sadece o anı düşünerek çünkü içinizde heyecan ve gerilim barındırıyorsunuz. İşte o dönemlerde de kabile töreninde, bir yırtıcı hayvanı, ilk anlatım aracı olan bedeniyle, simgesel bir dansla taklit eden avcı, büyü yoluyla onun gücüne ve özelliklerine sahip olmakta, diğer avcılar tarafından simgesel olarak öldürülmesi, çıkılacak avda da benzer bir başarının öncüsü olmaktadır. Bu düşünceyi besleyen insanlar araç olarak ise büyüyü kullanmışlardır. En eski büyü biçimi taklit ve temas büyüsüdür. Benzer benzeri meydana getirir ilkesine dayanan taklit büyüsünde bir olayın mutlak ve değişmez biçimde benzeri bir olayca izlenmesi gerektiği düşünülür. Bu çağdaş nedensellik kavramının ilkel uygulanış biçimidir. Kabile üyelerince simgesel olarak bir hayvanın avlanması eyleminin, mutlak biçimde, o hayvanın gerçekten avlanmasıyla sonuçlanacağına inanılır.  İşte tiyatro bu şekilde doğmuştur. ( FRAZER, James, ALTIN DAL)

DİĞER BLOGLAR İÇİN; https://latifesanatatolyesi.com/blog/

Kategoriler

Önerilenler

Yüz Yüze ya da Online Eğitim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Vizyonda Bu Hafta

Metamodernizm Nedir